Prag’a Nisan ayında gittim. İnce bir sweat ya da tişört ile gezebilecek bir hava vardı. Fakat Prag’ın havasına güven olmayacağını ve hava günlük güneşliyken bir anda sağanak altında kalabileceğinizi unutmayın. Öyle ki Prag’da ilk günüm bir anda Old Town’da sağanak altında kalarak geçti.
Para bozdurmak için Parizka Caddesi’ndeki Golden Silver’a gittim. Sahipleri de Türk. 1 Euro ise yaklaşık 25 CZK.
AVM’nin hemen önünde çarşamba günleri pazar kuruluyor. Orada karnınızı doyurabilir, farklı yemiş ve meyveler bulabilirsiniz. Pazarda zeytin, peynir de var. Otelin çevresinde ise yürüme mesafesinde birkaç restoran bulunuyor. Bu restoranlar ve AVM dışında ise kayda değer bir şey yok.
Prag’ı Prag yapan, insana kendisini roman kahramanı gibi hissettiren meşhur meydan. Meydana ilk ayak bastığımda tepkim, yüzümdeki sırıtan ifadeyle ‘çok güzel yeaa’ olmuştu galiba. Bu meydanda bir taşa oturup gösteri yapanları izleyip, müzisyenleri dinleyerek bir günümü geçirebilirim. He bir de fotoğraftaki TYN Kilisesi‘ne bakakalırım. Bu kilise barok tarzda düzenlenmiş Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri. Şehrin göbeğinde yer alması da onun mimari tarzının verdiği büyüyü bir kat daha arttırıyor.
Old Town, Prag seyahatlerinin en önemli uğrak noktası. Prag’a gidenlerin yolu buraya muhakkak düşer, ki şehir merkezi olduğu için buraya uğramamak zaten imkansızdır. Old Town’da tarihi geziniz için fotoğraftaki TYN Kilisesi ve Astronomik Saat başı çekerken, aslında bir kafeye oturup şehrin yaşamına tanık olmak aşkların en güzeli.
Astronomik Saat Kulesi
Old Town’da kalabalıklar oluşmasına sebebiyet veren Prag’ın duvar saati. Her saat başı kulenin önünde kalabalıklar oluşur çünkü saat başları fotoğrafta gördüğünüz gibi havarilerin geçişi başlar. Saatin birçok özelliği olsa da ben direkt lafa giriyorum; saatte bir Türk betimlemesi var. Saat başlarında geçen havari, bir ölüm çanı ve horoz ötüşüyle hareket ettiğinde inançsız Türk, altın torbalı gözleri olan Cimri ve kendine hayran olan Kibirli için vakit dolmuş demektir. Saatin üstündeki Türk betimlemesine baktığımızda hayatı boş yaşayan, eğlenceye düşkün bir tipleme yaratılmış. Şimdi ne desem boş bu saatten sonra diyerek ve 8 Euro’ya kulenin tepesine de çıkabileceğinizi unutturmadan Prag yolculuğuna devam ediyorum.
Petrin Tepesi
“Sana dün bir tepeden baktım aziz Prag” demek için Petrin Tepesi’ne çıkın. Bunun için 22 ya da 20 nolu tramvayı kullanıyorsunuz. Tramvay sizi Mala Strana’daki Ujezd Sokağı’na götürüyor. Burada inip merdivenlerden çıkıyorsunuz. Petrin Tepesi’ne çıktığınız yol fotoğraf çekmek için oldukça elverişli. Ve de bir bankta oturup soluklanırken içinizi açacak kadar güzel manzaralara sahip.
Petrin Tepesi’ne giden yolda merdivenlerden çıkıp sağa dönüp düz yürüdüğünüzde İstanbul’da Eyüp Sultan’a çıkarken kullandığımız teleferik sistemini göreceksiniz. Genelde burada kuyruk oluyor fakat sıra çabuk ilerliyor. Teleferik kullanmayıp tepeye yürüyerek de çıkabilirsiniz. Ben tepeye teleferikle çıkıp yürüye yürüye indim. Yürümek için kasmayın, iki kuruş verip telefriğe binin. Zaten dönüşte yürür bol bol fotoğraf çekeceksiniz. Ayrıca bu tepede Prag’lı Eiffel Kulesini de göreceksiniz. Kulenin tepesine çıkılıyor. Ben çıkmadım ama çıkanlar manzaranın güzel olduğunu söylediler. Gerçi Petrin Tepesi’nden de manzara gayet güzel gözüküyordu.
Tepeden yürüyerek inmeye karar verdiyseniz yol sizi Old Town’a kadar götürecektir. Bu yolu yürüyerek geçerken Prag Kalesi, Cumhurbaşkanlık Sarayı, St. Vitus Kilisesi gibi birçok önemli yeri görmüş olacaksınız. Başkanlık binalarına, kalelere ve benim için çok özel değilse müzelere pek meraklı biri olmadığım için tarihsel bir gezi bilgisi veremiyorum. Onun yerine yoldaki güzel duraklarınızdan bahsetmeliyim derim. Bunlardan ilki biri tepeden aşağı indiğinizde minicik bir arada karşınıza çıkan cennet olan Vltava Nehri…
Vltava Nehri
İnsanlar müzeleri dolaşırken ben bu nehrin kıyısında oturup saatlerce suya, köprüye, ördeklere, martılara bakabilirim. Tek eksiğim demli bir çay olacaktır muhtemelen.
Kafka Müzesi
Yürümeye devam ettiğimizde Vltava Nehri’nin bitiminde Prag denilince akla gelen güzel adam Kafka’nın müzesi karşınıza çıkacak. Prag’da gittiğim tek müze kendisi oldu. İçeride Kafka’ya dair birçok şey mevcut. Buradan ürün de satın alabiliyorsunuz. Fotoğraf çekmek ise içeride yasak.
Dünyanın En Dar Sokağı
Devam ettiğim yürüyüşüm beni dünyanın en dar sokağına çıkarıyor. Merak edip yola girdim. Gördüğünüz gibi yeşil ışık yanıyor. Bunun anlamı, karşıdan gelen yok yol senin, buyur geç kardeş. Ben de bu yoldan nehre falan inerim diye daldığım için bir kafenin bahçesine çıkmış olmanın buruk acısıyla yoldan dönerken bir Türkle karşılaşıyorum. İki Türk tek kişilik bir yolda karşılaşır girizgahlı fıkrayı yaşamamak adına bu arkadaşa ‘ya şurası da çok güzel bir yer’ adlı bir yer işaret edip yolda geçiş üstünlüğü sağlıyorum.
Dar yoldan daha çok Prag’ın normal yollarına ve sokaklarına hayran kaldım yürürken. Sokaklara ve evlere. Hiç bombalanmamış bir şehirmiş Prag. Bu yüzden binalar bunca yıldan günümüze aynen gelebilmiş. Bir de, belki belediyeleri iyi çalışıyordur, kim bilir.
Charles Köprüsü
Prag’ın en meşhur sembollerinden biri. Çık üstüne akşama kadar dur orada. İnsanın hiç canı sıkılmaz. Sürekli bir şeyler oluyor. Caz ekibi geliyor, saksafonlarını çalıp gidiyor. Ressamlar karikatürlerini yapıyor, eğer siz bunların fotoğrafını çekmek isterseniz size bağırıyor. Sürekli bir hareket var yani burada, yaşayan bir yer Charles Köprüsü; insanlarıyla ve kendi varlığıyla.
Köprü , her an farklı bir eğlenceye ev sahipliği yapıyor. Müzisyenler, sokak sanatçıları, ressamlar burayı canlı bir sahne olarak kullanıyor. Köprüdeyken güzel bir caz dinletisine denk geldim.
Köprüde Bodrum’u anımsatan karikatüristler, ressamlar, incik boncukçular var. Bodrum’dan farkı da muhtemelen atarlı ressamları olsa gerek. Hemen her yerde karşınıza çıkan John Lennon çalışmalarının köprüde yapılanlarını fotoğrafladığınızda size kızıyorlar. “Arkadaşım ben Zeytinburnu çocuğuyum” diyerek aynen devam ettim fotoğraf çekmeye.
John Lennon Duvarı
Charles Köprüsü üzerindeyken merdivene inen bir yer göreceksiniz. İşte ben bu merdivenlerden aşağı indim. Önce Avrupa’nın muhtelif yerlerinde varlığını sürdüren geleneklerden biri olan aşk kilidiyle karşılaştım. Kilitlerin bulunduğu sokaktan yürümeye devam ettiğimde Prag’da en çok görmek istediğim yerlerden biri olan John Lennon Wall’a varmış oldum. Bir duvarın önünde ne kadar durabilir ki insan? Eğer duvar böyle bir duvarsa dakikalarca durabilir;
Duvarın önünde her an ayrı bir güzellik yaşanıyor. Gençler müzik yapıyor, farklı kültürden insanlar birbirlerinin fotoğraflarını çekiyor…Yaşlısı genci, sevgilisi, yalnızı herkesin John Lennon Duvarı’nda kendisine dair bir cümlesi muhakkak bulunuyor.
Prag Sokakları
Bence başlı başına keşfedilmesi gereken en önemli yerlerden biri. Neden mi?
Prag’da Yeme/İçme
Yürümekten, fotoğraf çekmekten ve sokaklarda oturmaktan dolayı seyahatlerimde yemek yemeyi unutabiliyorum. Zaten çantamda mahalle fırınından aldığım atıştırmalıklarım hava alanı görevlilerince de artık meşhur olmuş durumda. Prag’da her yerde göreceğiniz gulaşı ve trdelniki ise sevmediğim için yemeden döndüm. Bu konuda bir dahaki Prag ziyaretim için önerilere açığım. Ama aklımı çelen şeyler de gördüm elbet;
Çikolatalı Hamur
Old Town’da bulunan bu işletmeyi kurmak kimin aklına geldiyse bin yaşasın. Belki çok farklı değil, belki sadece hamura çikolata sürüyorlar. Böyle söylemekten nefret ediyorum ama bunu gerçekten yemeden dönmeyin derim.
Becherovka: Anason tohumları, tarçın ve başka 32 bitki özü ile karıştırılmış Çek içkisi. Şifa niyetine…
Not: Alışık olduğunuz yemekler ve de fast food yemekler için Hard Rock Cafe ve TIG Fridays aklınızda bulunsun.
Prag’dan Ne Alınır?
Deri Ayakkabı
Bata Ayakkabı: Şu an Prag’daysan her şeyi bırak ve buraya git dostum. Barut Kulesi’ni artık biliyorsun. Kuleden sağa dön ve o cadde boyunca yürü. Bütün mağazalar o caddede ve 3 katlı Bata binası solunda kalacak. Ben aşağıdaki babeti aldım, dünyanın en rahat babeti. Fiyatı 50 Euro.
Kukla
Prag’a gitmişken kukla almadan eve dönemezdim. Girmediğim, fiyat sormadığım dükkan kalmadı. Kukla piyasası almış başını gitmiş arkadaşlar. Fiyatlar çılgınlar gibi yüksek. Ben de uzun uğraşlarım sonucu bir dükkana girdim ve allem ettim kallem ettim aşağıdaki kuklayı şu an hatırlamamakla birlikte 15 Euroya aldım. Kukla fiyatları kalitesine, boyuna ve kuklasına göre değişiyor. Benim aldığım kukla kaliteli ve büyük boy olduğu için bu fiyat gayet normal.
Olmazsa olmaz magnetler yine bir gezi macerasının en güzel düşleri arasında yer alıyor. Magnetlere 2 eurodan fazla vermemek için ayaklarıma kara sular indi ama buna gerçekten değdi, çünkü şu an tarif edemeyeceğim bir dükkandan 80 cente magnet bulmuştum. Bu mutluluğun tarifi yok. Hoşçakalın
Yapmak İsteyip De Yapamadıklarım Nelerdi?
* Kafka’nın Evi‘ne gitmek nasip olmadı.
Bir Dost: Eğer Prag’a bir daha gelmek istiyorsanız Charles Köprüsü üzerindeki bu heykele dokumanız gerekiyor. Adet öyle.