İstanbul’u turist gibi gezeceğim diyerek çıktığım yolda ilk rotam, detaylarıyla başka bir postta yazdığım Ayvansaray-Eminönü hattıydı. Bakırköy’den Ayvansaray’a gitmek için metrobüs, Eminönü’nden Bakırköy’e gelmek için de otobüs kullanmış, yani İstanbul’un gezilecek en güzel güzergahlarından birini yalnızca akbil ile turlamıştım. Bu rota Ayvansaray-Fener-Balat-Haliç-Eminönü rotasını oluşturmuştu. Şimdi sırada İstanbul’un en turistik bölgesi ve tarihi yarımadası olan Sultanahmet’ten başlayarak Samatya’ya varmak var. Samatya’da gezilecek yerleri, Kumkapı’da gezilecek yerleri ve Sultanahmet’te görülecek birkaç tarihi noktayı da bu rota boyunca keşfedeceğim.
Sultanahmet’i başlangıç noktası, Samatya’yı da bitiş noktası olarak seçiyorum. Bu hat boyunca önünden geçerken önemsemediklerimizi ya da ‘aaa burada öyle bir şey mi varmış’ları ortaya çıkarmayı hedefliyorum. En azından kendi İstanbul gezimde bunu amaçlıyorum.
İlk durağım olan Sultanahmet’e gitmek için Bakırköy’den Zeytinburnu’na gelerek tramvaya biniyorum. Samatya’dan Bakırköy’e dönerken ve Kumkapı-Samatya arasında da otobüs kullanacağım.
Sultanahmet-Dikilitaş: Tabii ki Sultanahmet tek başına destan olur; Ayasofya Camii, Sultanahmet Camii, Hürrem Sultan Hamamı bunların hepsi ayrı birer yazı. Benim rotam daha ‘önünden geçip gittiklerimiz’ odağında oluyor. Laleli’den dünyaya doğru giden tramvaydan iniyor, ve yakın zamanda yaşadığımız ve artık her gün bir yerlerde yaşamaya devam ettiğimiz patlamalardan birini yaşayan Dikilitaş’a uğruyorum.
M.Ö. 15. yüzyılda Mısır firavunu III. Tutmosis tarafından yaptırılan ve sonra I. Theodosius’un İstanbul’a getirterek şimdiki yerine dikilen antik Mısır taşı olan Dikilitaş’a selam verip devam ediyorum. Unutmadan, patlamanın izlerini hala orada görmek mümkün. Ne yazık ki!
Köprülü Mehmet Paşa Türbesi: Divanyolu Caddesi ile Vezirhan Caddesi’nin kesiştiği yerde bulunan Köprülü Mehmet Paşa Türbesi, üstünün açık olması sebebiyle nadir yapılardan biri. Üstünün açık olma sebebi ise, Köprülü Mehmet’in üzerine daima rahmet yağmasını istemesi, yani ‘üzerine rahmet yağsın ki toprağa geçsin’.
Mimari ve teknik olarak bakıldığında ise ‘sünnete dönüş’ taassubunu uygulamak için türbe bu şekilde yapılmıştır. Yani peygamber ile arasındaki perdeyi kaldırmak için türbenin üstü açık bırakılmıştır. Bu özelliği ile de Bursa Türbesi ve Üsküdar Valide Sultan Türbesi ile benzerlik gösterir.
Çemberlitaş Valide Hamamı-Gül Hamamı: Köprülü Mehmet Paşa Türbesi’nin karşı çarprazında, dükkanların üstünde kubbe şeklinde duran yapı Valide Hamamı olmakla birlikte bir Mimar Sinan eseridir.
Keçecizade Fuat Paşa Türbe ve Camii: Tanzimat Dönemi sadrazamlarından olan Fuat Paşa’nın adını taşıyan türbe 1868 yılında inşa edilmiş. Görevde olduğu yıllarda diplomat olarak çalışan Fuat Paşa’nın vefatından sonra Sultanahmet’in hemen aşağı mahallesi olan Fuat Paşa Caddesi’nde sekiz kenarlı ve basık kubbeli bir türbe yaptırılıyor.
Benim ilk kez önünden geçtiğim bu türbenin işçiliği muazzam. Hayran kaldım. Adeta bir mücevher kutusu gibi duruyor. Türbenin hemen yanında bulunan cami de türbe gibi sekizgen planlı.
Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi: Fuat Paşa’dan Kadırga’ya doğru devam edince Tarihi Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi görülür. Orada bir durulur. Çünkü orada İstanbul’un en iyi manzaralarından biri bulunur. Mithat Paşa tarafından 1868 yılında meslek okulu olarak inşa edilen lisede, Bizans döneminde demir; Fatih döneminde ise kılıç üretimi yapılmış. Manzarasının güzel olmasının dışında okul içinde Cumhuriyet Eğitim Müzesi bulunur. Sultanahmet Meydanı’na bağlı olan ve hipodrom üzerinde bulunan okulun çevresinde 2000 yıllık kalıntılar görebilir ve yer altı tünellerine şahit olabilirsiniz.
Buhara Özbekler Tekkesi: Şehit Mehmet Paşa yokuşunun başında, Küçük Ayasofya’ya gelmeden görülen kırmızı bina Özbekler Tekkesi. İstanbul’da bulunan 3 Özbek tekkesinden biri olan bu tekke, uzun bir süre Türkmenistan’tan gelen hacılara hizmet etmiş. Günümüzde ise tasarım odaklı sanatsal çalışmalara ev sahipliği ediyor.
Küçük Ayasofya Camii: Yokuştan devam ederek Küçük Ayasofya’ya varıyorum. Kiliseden camiye çevrilen Küçük Ayasofya Camii, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen ve karısı Theodora tarafından Aya Sergios ve Bachos Kilisesi adıyla yaptırılıyor. II. Beyazıt döneminde ise camiye çevriliyor. İstanbul’un en eski Bizans Dönemi yapısı olarak bilinen Küçük Ayasofya Camii’nin bahçesinde Hüseyin Ağa Medresesi de bulunuyor.
I. Anastasios Doğa Roma İmparatoru iken imparatora karşı ayaklanma çıkar ve isyana I. Justinianos’un da adı karışır. Bu yüzden hakkında idam hükmü çıkar. İdamın gerçekleşeği sabahın akşamında Aziz Sergius ve Aziz Bacchus isimli azizler imparator I. Anastasios’un rüyasına girer ve I. Justinianos’un idam edilmemesi gerektiğini söyler. İmparator, bu rüyadan etkilenir ve I. Justinianos’u bağışlar. I. Justinianos ise tahta çıktıktan sonra minnetini ödemek için azizler adına bir kilise yaptırır. İşte kendisi Küçük Ayasofya’dır.
Sokollu Şehit Mehmet Paşa Külliyesi: Küçük Ayasofya’dan devam ederek Kadırga Liman Caddesi’ne ulaşıyorum. Burada daha önce içine girip de o muazzam işçiliğini görmediğim bir cami ile tanışıyorum. Sokollu Mehmet Paşa, gerçek anlamda ‘en etkileyici’ camiler arasında kesinlikle olmalı. Evet, yine bir Mimar Sinan eseri…
Sultanahmet Camii ile Küçük Ayasofya Camii arasındaki Kadırga Şehit Mehmet Paşa yokuşunda bulunan camii ve külliye, benzerlerinden farklı olarak eğimli ve dik yokuşlu bir konuma yapılmış. Mimar Sinan ise bu zemin problemini külliyeye üç sokaktan ve üç farklı kottan girerek ve külliyenin avlusuna merdivenle ulaşarak çözmüş. Caminin içerisine girildiğinde ise ta ta, işte sanat bu gençler, sevgili mimar dostlar, Romalılar. İçerisindeki İznik çinileri ve orijinal kalem işleri ile sanki masmavi bir denize girermiş gibi insanı rahatlatan duvarları var Sokollu Mehmet Paşa Camii’nin.
Mimar Sinan’ı anlamak ve dehasını bir nebze olsun kavramaya çalışmak adına Sokollu Mehmet Paşa Camii’ne kesinlikle gidilmeli. Şu an paha biçilemeyecek değerdeki çinilerine yakından bakıp, iki de dua edip yola revan oluyorum. Teşekkürler Sinan.
*Sokollu Mehmet Paşa adıyla bilinen bir diğer cami de Azapkapı’daki Sokollu Mehmet Paşa Camii’dir.
Aya Kiryaki Kilisesi: Kadırga Liman Caddesi’nden Kumkapı’ya doğru inerken, Gedikpaşa Caddesi üzerindeki Çadırcı Cami Sokağı ile Kadırga Limanı Caddesi arasında kalan ve İstanbul’un en kendine has ve tatlı mı tatlı kilisesi olan Aya Kiryaki ile karşılaşıyorum.
Kilisenin 1583 yılında, Kumkapı’ya yerleşen Karamanlılar tarafından yapıldığı bilinir. İsmini aldığı Aya Kiryaki, M.S 300 yılları başında yaşadığı bilinen ilk Hristiyan azizedir. Yaşadığı dönemde İsa’ya inanmış ve bu yüzden Roma Valisi tarafından işkenceye uğramış azize, kafası kesilerek öldürülmüş. Bu yüzden Hıristiyanlığın devletin resmi dini olarak kabulünün ardından Azize Kiryaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz da yortu olarak kabul edilmiştir.
*Kiliseye girmek için özel izin gerekiyor.
Meryem Ana Ermeni Kilisesi: Diğer adı Surp Asvadzadzin de olan Meryem Ana Ermeni Kilisesi, Kumkapı’da Şarapnel Sokağı’nda bulunuyor ve patrikhaneye bağlı olarak hizmet veriyor. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Bursa’daki Psikopos Hovakim’i İstanbul’a çağırırarak kendisini İstanbul Ermeni Gregoryen patriği yapar ve gel zaman git zaman patrikhane, Meryem Ana Kilisesi’nin karşısına taşınır. Günümüzde de Meryem Ana Ermeni Kilisesi, patrikhaneye bağlı vakıf kilisesidir.
Bezciyan Ermeni İlköğretim Okulu: Kilisenin hemen yanında bulunan Bezciyan İlköğretim Okulu, yapıldığı 1719 yılından beri -arada çıkan yangınlar hariç- eğitim-öğretime devam ediyor.
Ermeni Patrikhanesi: Kilisenin bağlı olduğu patrikhane ise hemen kilisenin karşısında bulunuyor.
Panagia Elpida Kilisesi: Kumkapı’da bulunan ve Müsteşar, Gerdanlık ile Samsa sokaklarının çevrelediği bir ada konumunda olan Panagia Elpida Rum Ortodoks Kilisesi, 1895 tarihinde yapılmış. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlusu bulunan kilisede Ayios Yeroryios ayazması bulunur.
*Kilise ben gittiğimde kapalı olduğu için içeriye girme imkanım olmadı.
Samatya Abdi Çelebi Camii: Samatya’da görülecek yerlerin başında bir Mimar Sinan eseri yer alıyor. Çoğu kimsenin bilmediği ve Surp Kevok Kilisesi’ne gelmeden görülen yeşil renkteki cami, ‘Yedim İçtim Camii’ olarak da bilinir. Ne alaka ayol dediğinizi duyar gibiyim. Ayolu herkes dememiş olabilir tamam. Duruma açıklık getireyim o zaman.
“Eskiden fakir olan ya da birikmiş parası olmayan insanlar, cami yaptırarak hayır işlemek isterlerse, yemeden içmeden keserler; “Sanki yedim, içtim” diyerek parasını biriktirirlerdi. Canı ne yemek istiyorsa, onu yemez parasını, cami yaptırmak için biriktirdiği paraya eklerlerdi. Abdi Çelebi de bu camiyi, yemesinden içmesinden keserek yatırmış olsa gerek. Bu nedenle Camii, “Sanki Yedim Mescidi” adıyla anılmaktadır.”
*Samatya’daki diğer Mimar Sinan eseri ise Ağa Hamamı.
Samatya Surp Kevok Kilisesi: Kumkapı’dan yürüyerek Samatya’ya gitmek biraz vakit alacağı için sahilden otobüse biniyor ve Samatya’ya ulaşıyorum. İlk durak Surp Kevok Kilisesi. Samatya Marmara Caddesi üzerinde bulunan kilise, Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nin bağlı olduğu patrikhanenin ilk bulunduğu kilisedir. Önceleri Ortodoksların kullandığı kilise, daha sonra Ermeni vatandaşların hizmetine verilmiş.
*Surp Kevok Kilisesi’nden başka Samatya’da gitmeyi düşündüğüm Ayios Yeoryios Kiparissas ile Ayios Konstantinos ke Eleni Kilisesi kapalı olduğu için içeriye giremedim.
Sümbül Efendi Türbesi: Samatya’ya kadar gelmişken Kocamustafapaşa’ya da inebilirsiniz. Kocamustafapaşa’da bulunan Sümbül Efendi Camii, bu noktada önemli bir yer. H.z. Muhammed peygamberin torunu ve Fatıma ile Ali’nin oğulları olan Hüseyin’in torunları, Konstantin’in müslüman olduktan sonra Sarı Sıdıka ismini alan Katerina ismindeki kızının mezarı burada bulunuyor. Kabirlerin bulunduğu yerde 2000 yıllık olduğu söylenegelen bir Çınar ağacı duruyor.
Son durak Samatya ile gezimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Yazıyı bitirmeden bu rotayı takip edecek sevgili okurlarıma tabii ki güzellikler yapacağım; tabii ki yemeksiz, sürprizsiz bırakmayacağım onları. İşte Sultanahmet-Kumkapı-Samatya hattındaki gidilesi özel mekanlar dipnotu.
- Samatya Sahaf: Samatya Surp Kevok’un hemen karşısında yer alan ‘Samatya Sahaf’a uğruyorum. Burası Türkçe, Rumca, Ermenice, Kürtçe, İngilizce tabelası bulunan ve devlet memuriyetinden Gezi olayları nedeniyle çıkartılan Devrim’in hayata meydan okuduğu yer. Devrim kim dersen genel tabir ile görme engelli bir ODTÜ mezunu tanımlaması yapacak olsam da, ötesinde, tam da adı gibi biri. Gidin muhabbet edin, sonra da kendinize o gün için bir hediye armağan edin.
- Ali Haydar Usta/İkinci Bahar: Bir iki kitap aldıktan sonra da bütün gün yürüyüp verdiğim kiloları özlemeyeyim diye geri almak adına Samatya’da bulunan Ali Haydar ustaya doğru yol alıyorum. İkinci Bahar dizisi ile gönüllere taht kuran ve gerçekten de Şener Şen’in apaynısı olan Ali Haydar ustada dilediğinizi yiyin ama katmer yemeden dönmeyin. Katmer için önceden haber vermek gerekiyor ve genelde hafta sonları katmeri bulmak zor oluyor.
- Boris’in Yeri: Rotanızda Kumkapı olacaksa buna Boris’in Yeri’nde kahvaltı etmeyi dahil ediniz, ettiriniz. Kuruluşunun bilindiği 1936’dan da eski olan Boris’in Yeri, Kumkapı meyhanelerinin orada Ördekli Bakkal Sokak’ta bulunuyor. Süt ve kaymak denilince bilenlerin ilk söyledikleri adres olan Boris’in Yeri’nin ‘Boris’i 1996 yılında vefat edince Selahattin ve Mehmet Bey yaklaşık 40 senedir emaneti yaşatmak için çalışıyor. Metropolde, büyük şehirde kahvaltıda sıcak süt servis eden ve böyle güzel kaymak veren başka yer varsa bana da söyleyin e mi? He bir de bana muhakkak sokak arası olsun, boğaza nazır beni bozuyor.
- Matya Kafe: Yürüdük, yedik, çay da mı içmeyek. Bu noktada size harika bir çay evi önerisinde bulunacağım. Adını Rumca’da ‘göz‘ anlamına gelen ‘matya‘ kelimesinden alan Matya Kafe, Samatya Meydan’da, balıkçıların bulunduğu sokağın hemen arka sokağında yer alıyor.
- Sultanahmet’teyseniz ve bir zamanların çiçek çocukları olan hippilerin takıldığı mekandan haberiniz yoksa oraya bir uğrayın. Oranın adı Lale Pastanesi. 1957 yılında Sultanahmet, Divanyolu Caddesi’nde İdris Çolpan ve kardeşi Namık Çolpan tarafından açılan Lale Pastanesi, bir anda hippilerin ve uzun yol şoförlerinin evi oldu. Lale Pastanesi hala aynı yerinde bulunuyor ve hippileri ağırlamasa da o havayı solumak isteyenleri bekliyor. Tabelasında ayrıca neden “Pudding Shop” yazdığı o konuya da açıklık getirmek istiyorum. Yabancıların çoğu Lale Pastanesi adını söylemekte zorlanırmış ve dükkan camında görünen puding ile tatlılar yüzünden buraya pudding shop demişler. Dükkana şu anki adı da biraz bu arkadaşlar vermiş.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Samatya’daki Çok Otantik Çay Evi: Matya Kafe | Dijital Seyahatname
Kasım 27, 2016 at 11:37 am[…] yürüyüş rotaları içerisinde yer alan tarihi Sultanahmet-Samatya hattında İstanbul’da gezilecek tarihi yerleri görebildiğimiz gibi birçok tarihi mekana […]
Garipçe Köyü ve Rumeli Feneri Köyü: İstanbul'dayız Ama Değiliz Gibi
Ekim 5, 2018 at 12:50 pm[…] İstanbul Sarıyer’e bağlı Garipçe Köyü, Rumeli Feneri ile Rumeli Kavağı arasında bulunuyor. Garipçe Köyü, İstanbul’da olan ama ‘şekerim hiç İstanbul’daymış gibi hissetmiyorum’ duygusunu veren bir yer. İstanbul’dan uzaklaşamayanlar ama ‘İstanbul bitti karşiiim’ ikileminde kalanlar için de ideal. Sarıyer’in sekiz köyünden biri olan Garipçe Köyü, İstanbul’un minyatür bir balıkçı köyü. Kendisini Marmara’daki Karadeniz replikası olarak betimleyerek entelektüel yanımı da ortaya koymak isterim. […]